TABLET

“Yemeklerden sonra tok karınla günde üç tane alacaksınız” diye doktorunuz tarafından önerilen veya eczacılar tarafından kalın ve koyu kalemlerle ilaç kutusunun üstüne yazılan cümlelerdeki anlamından farklı bu kez kullandığım başlığın konusu. Geçtiğimiz ayda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Fırsatları Araştırma, Teknolojiyi İyileştirme Hareketi  adıyla başlatılan ve kısa adı  FATİH projesi olan uygulama kapsamında törenle 17 ildeki 52 okula, 13 bin tablet bilgisayar ve 500 akıllı tahta dağıtıldı. Görsel ve yazılı basında uygulamanın olumlu yönlerini öne çıkaran yorumlar olduğu gibi, temkinli ve tereddütlü yorumlar da dikkati çekiyordu. Benim de zaman zaman konuk yazar olarak yazılarımın yayınlandığı, Malkara “SAYGIN” gazetesinin müdavim yazarlarından değerli dostum Yavuz Yalçın’ın da  geçtiğimiz günlerde aynı konuda ve aynı başlıkla bir yazısını okudum. Yavuz bey projenin önce olumlu yanlarını sıraladıktan sonra, kuşku duyduğu yönleri de son bir kaç cümle ile ifade etmişti.

Doğrusunu söylemek gerekirse ben ne getireceği,ne götüreceği hesaplanmamış her yeniliğin hemen benimsenip uygulanmasının doğru olmadığına inananlardanım. Yani bu konuda  biraz daha temkinli ve tutucu biz çizgide görüyorum kendimi. Hepimiz biliyoruz ki bir heves ya da özenti ile başlayan bu tür uygulamaların olumsuz sonuçları bazen çok kısa bir süre sonra, bazen de uzun yılların ardından blançomuzun zarar hanesinde yer alabilmektedir.

Çocukluğumuzun köy yaşantısı içinde evimizin fırınında yapılan esmer köy ekmeğinin yerine kasabaya gidenlere ısmarladıklarımızın ilk sırasında yer alan beyaz ya da francala dediğimiz ekmeğe duyduğumuz özlem hala aklımdadır. Oysa bu gün benim esmer, kepekli köy ekmeğimin yararları saymakla bitmiyor. Yıllarca kolesterolün gerekçesi olarak gösterilen yumurtanın itibarı ise çok yakın bir zaman önce iade edildi.

Okullardaki geleneksel ders aracı olan siyah tahta ve beyaz tebeşir  çok ilkel bulunulup onlarla beyaz parlak metal yazı tahtası ile keçeli kalemlerin  adeta bir kampanya ile yer değiştirdiğini hepimiz hatırlarız. Ama parlak tahtaya yazı yazmanın şekil çizmenin zorluğu yanında kullanılan kalitesiz keçeli kalemlerin kanserojen madde içerdiğini öğrenmemiz uzun sürmedi. O zaman elbisemizi beyazlattığı için terkettiğimiz tebeşire biraz haksızlık ettiğimizin farkına vardık.

Okullarımıza bilinçsizce alınan bilgisayarların bir çoğu işlevleri, kalitesi,ve modeli iyi araştırılmadığı ya da “aman kullanılısa bozulur” endişesinden kısa bir süre sonunda teknolojik atıklar arasında yerini aldığı günleri de yaşadı bir çoğumuz

Üniversite sınavları, Anadolu lisesi sınavları, tek aşamalı mı olsun yoksa çift aşamalı mı olsun gel-gitleri….  Alfabenin bir çok harflerini kullanarak oluşturduğumuz YGS,SBS, STS, ÖSS.ÖYS.OKS….. rumuzlarının açılımını kavramakta zorlandığımız günler hafızalarımızda hala canlılığını korumaktadır.

O yüzden de ben değişime biraz kuşkulu yaklaşırım. Bilirim ki her değişim ya da yenilik gelişim ile sonuçlanmayabilir. Hele hele günü kurtarmak için yapılan değişimlerin faturası gelecek nesiller tarafından misliyle ödenmek durumundadır.

Bütün bulardan benim iflah olmaz bir “yenilik düşmanı” ya da “ istemezükçü” olduğum sonucu da çıkarılmamalı elbet. Anlatmak istediğim eğitim dahil her alanda yapılacak değişikliklerin ihtiyaç, muhteva, maliyet, sonuç gibi unsurlarının en iyi biçimde değerlendirilmesinden sonra tercihlerin bu doğrultuda gerçekleştirilmesidir.

Eğitim politikalarının en önemli ve belirleyici unsuru bana göre öğretmendir. Öncelikle bu unsurun kalitesini ve verimini yükselmek gerekmektedir. Mesleki yaşantımız sırasında hepimizin paylaştığı ”uygun bir programın,yeterli araç gerecin olmaması halinde dahi nitelikli bir öğretmenin kaliteli bir eğitim yapacağı gibi, en iyi program, en zengin araç gereç olsa bile bunları amaçlar doğrultusunda kullanabilecek vasıfta bilgili ve birikimli bir öğretmeniniz yoksa olumsuz sonuçlar almanız kaçınılmazdır” şeklindeki  değerlendirme hala geçerliliğini korumaktadır.