İNCE İNCE MUHARREM İNCE

Günlerdir üzerinde konuşulan Muharrem İnce 14 Ağustosta bir otelde yaptığı basın açıklaması ile “Bin günde memleket hareketi” adını verdiği yürüyüşün startını verdi. Bize de bu durumda sadece hayırlı olsun demek düşer. Ama yine de sade bir vatandaş ve seçmen olarak bu fotoğrafı nasıl gördüğümü açıklamak isterim.

Muharrem İnce’yi partisinin grup başkan vekili olduğu günlerde tanıdım. Eğitimci bir geçmişi olduğu için ayrıca sempati de duydum. Daha sonra partisinin bir kongresinde genel başkan adayı olması kendisini daha bir yüceltti gözümde ve giderek yıldızının daha da parlayacağı konusunda umutlandım. 2018 yılında hepimizin bildiği gibi Cumhurbaşkanlığı seçimlerini yaşadık. Hepimiz merakla bütün ülke insanını kucaklayacak bir aday beklentisi içine girdik. Cumhur ittifakının adayı zaten belliydi. Bir ara Abdullah Gül’ün adı geçtiyse de ben pek ciddiye almadım. Zaten Meral Akşener’in adaylığını açıklaması ile bu plan gündeme gelmeden geçerliliğini yitirmiş oldu. CHP içinde de Yılmaz Büyükerşen, Abdüllatif Şener, İlhan Kesici isimleri öne çıkıyordu. Bunların hepsi bana göre bu makama uygun insanlardı. Muharrem İnce’nin de bu işe çok istekli olduğu biliniyorsa da olacağına ben pek ihtimal vermemiştim. Fakat günü geldiğinde Genel başkan Kılıçdaroğlu “Gel bakalım Muharrem. Cumhurbaşkanı adayımız sensin” deyince benim için de sürpriz oldu. Bana biraz dayatmalı ve zorlamalı bir yöntem izlendi gibime geldi. Aday olmayacağını önceden açıklayan Kılıçdaroğlu’na “ya sen aday ol, sen olmaz da başkası aday gösterilirse ben de aday olurum” biçiminde bir çıkışın bu belirlemede etkisi olduğunu düşünüyorum. “Kol kırılır yen içinde kalır.” ya da parti içinde gereksiz bir kargaşa ve bölünmüşlük görüntüsü yaratmayalım bir de bununla uğraşmayalım düşüncesi ile aday gösterildiğini tahmin ediyorum. Bu durumda benim nezdimde Muharrem İnce’nin ilk yaldızının dökülmeye başladığı an olarak değerlendiriyorum.

Eğitim Enstitüsünde -şimdi rahmetli oldu nur içinde yatsın–çok sevdiğimiz Salih Otoran diye bir öğretmenimiz vardı. İnsan seçerken ya da birini işe alırken çok basit bir yöntemin işe yarayacağından söz ederdi. Diyelim ki kalabalık bir gruba: “Bana eleman lazım kim gelmek ister?” diye seslenildiğinde hemen koşarak gelenler, hiç kıpırdamayan ya da çok yavaş gelenler, birde ortalarda sakin ve emin adımlarla ilerleyenlerin bulanacağından bahisle sizin işinize yarayanları orta kısımda aramanız gerekir derdi. Koşarak gelenleri işin kendine uygun olup olmadığı, şartları gibi konularda düşünmeden ileri atladığı için, en arkada olanları bu işi yapacak istek ve kapasite ve kavrayışta bulunmadıkları için elenmesi gerektiğini belirtmişti. Ortalarda olanlar ise bir taraftan sakin ve emin adımlarla yürürken, diğer yandan işin muhteviyatı ile ilgili değerlendirme yapacakları için tercih edilmesi gerektiğinden bahsetmişti. Bu durumda Muharrem İnce de çok arzulu ve istekli tavrı ile Salih hocamızın gözünde pek de muteber bir seçim değildi açıkçası.

İtiraf etmeliyim ki seçim sürecinde mücadeleci kişiliği ve üstün gayreti ile iyi performans gösterdi. İki aydan kısa zamanda yüzden fazla yerde miting yaparak belki bu alanda rekor da kırmış olabilir. Aynı anda milletvekili seçimleri de yapıldığından perde arkasından o cepheyi de dizayn etmeye çalıştığı gözden kaçmıyordu. Miting öncelerinde başım ağrıyor, boğazım ağrıdı, miting yapılmayabilir biçimindeki tweet’leri de bunun işareti gibi geldi bana. Daha sonraki açıklamalarında kendi taraftarlarının tasfiye edildiği ve kendisinin yalnızlaştırıldığı yolunda yakınmaları olmuştu. Bin Günde Memleket Hareketi’ni başlattığı gün bunu bir futbol jargonu ile açıklamaya çalıştı. “Partiyi bir spor kulübü gibi düşünün. Parti başkanı Kulüp başkanı, ben de antrenör olarak gibiyim. Bu durumda takımı benim kurmam gerekmez mi?” Benzetme böyle olunca Sayın İnce’ye hak vermemek ne mümkün. Ama bana göre eşleştirmelerde bir sakatlık var. Bana göre Partinin patronu, sahibi millettir. Genel başkan antrenör, Muharrem İnce’ye de bu maçta kaptanlık görevi verilmiştir. Hepimiz biliriz ki kaptanların oyuncu seçme hakkı yoktur. Antrenörün sahaya sürdüğü oyuncularla en iyi oyunu oynamak ve en iyi sonucu almaktan ibarettir onun görevi.

Neyse her şeye rağmen biz yine de çok ümitlenmiştik. En azından seçim ikinci tura kalacağı beklentisi içindeydik. Kendisinin deyimi ile “Adam kazandı”. Seçimden sonra yani 24 Haziran gecesi elli bin avukatla YSK’nın önüne randevu veren Muharrem İnce ortalıklarda yoktu. Daha sonra her ne kadar bu konu ile ilgili açıklamalar yaptıysa da pek inandırıcı bulunmadı ve yaldızında bir çizik daha yemiş oldu.

Yeryüzünde hem iktidarın hem muhalefetin seçimlerden zaferle çıktığı tek bir ülke varsa sanırım orası da Türkiye’dir. Bence CHP de aday gösterilen Muharrem İnce de ağır bir seçim mağlubiyeti yaşamıştır. Hatırlanacağı üzere CHP %25, Muharrem İnce de %30 civarında oy almıştı. Muharrem İnce seçim öncesi “Genel başkanımın karşısına aday olarak çıkmam” beyanının mürekkebi kurumadan bu defa el altından delegeleri örgütleyerek genel kurulu toplama ve kendisini genel başkan yapma yolunun taşlarını döşemeye başladı. Tam bir ilkesizlik ve tutarsızlık örneği olan bu girişimi de sonuçsuz kaldığı gibi yaldızı bir çizik daha yemiş oldu. Bu mücadele aslında haklı ile haksızın mücadelesi de değildi bana göre. Partide izleri kolay kolay silinmeyecek bir bölünmüşlüğün de temelleri atılıyordu sanki. Benim hayal ettiğim ise başka türlüydü. Kemal Kılıçdaroğlu ve Muharrem İnce baş başa vererek gerçekçi bir değerlendirme yaparak “Bu mücadelede her ikimiz de başarılı olamadık. Birimizin 3-5 puan fazla almasının da çok bir önemi yok. Her ikimizin ve bize güvenenlerin de benimseyeceği lider ve ekibine partimizi emanet edelim biz de bir nefer gibi bu mücadeleye destek verelim” şeklinde bir açıklama partiye de Türkiye’nin siyasi hayatına da yeni bir heyecan yaratırdı. Neyse bizimki de bir hayal işte.

“Türk insanını işsiz bırakmak istiyorsan çok yüksek ücretle ve yüksek bir makam vererek işe al üç gün sonra da işten çıkar bir daha kesinlikle iş bulamaz” şeklinde bir duyumum oldu. Muharrem İnce’nin durumu biraz buna da benziyor. Hala kendini ataması yapılmış kadrolu Cumhurbaşkanı adayı olarak görüyor. Her konuşmasına “Ben şu kadar oy almış bir cumhurbaşkanı adayıyım” diye söze başlıyor. Oysa partisi aday göstermemiş olsa aday olmak için gerekli yüz bin imzayı toplayabilir miydi, ondan bile kuşkuluyum. Gerçi bir ara İBB başkanlığı içinde epey yeşil ışık yaktı ama kendisine pek itibar eden olmadı.

Zaman geçse de Muharrem İnce’nin Cumhurbaşkanlığı adaylığı ateşi pek sönmedi. Köprülerin altından habire suların geçmekte olduğunu, giderek Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş faktörlerinin sürece dahil olduğunu görünce adaylığın iyice avucundan kaydığını fark etmeye başladı ve “Bin günde memleket hareketi“ yürüyüşünü başlatmak dışında yapacağı bir şey kalmadı. Görünüşte tek adam iktidarına ve tek adam muhalefetine bir tepki gibi görünse de Cumhurbaşkanlığı seçiminde bile kendisine yer vermeyen yandaş kanallarının tamamının bu hareketi canlı olarak vermesi, düğün ya da bayram gelmeden bir yanağından Devlet Bahçeli’nin, diğer yanağından Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın öpmesi bu hareketin kimleri çok heyecanlandırdığını anlamaya yeter.

Haklı veya haksız, bulunduğun partiye karşı bir hareket başlatıyorsun, hem de partiden istifa etmiyorsun bu da ayrı bir çelişki. Bin günün ne anlamı var? Bu da muamma. Bana göre bu zaman normal şartlarda 2023 de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar olan bir zamanı içine alıyor. Acaba “Parti’den istifa etmeden ama partiye karşı ben bu hareketi yürüteceğim, ama partim bu arada benim değişmez ve tek Cumhurbaşkanı adayları olduğum teminatını verirse yürüyüşü bırakırım. Yoksa sizi rahat bırakmam” demek mi istiyor.

Muharrem İnce’nin başlattığı bu hareketi yazılarını severek okuduğun Mehmet Y. Yılmaz çok ilginç bir benzetme ile açıklıyor. Gecekondu yıkımlarında evin çatısına çıkıp tehditler savuran adamlara benzetiyor. Bu hareketin anlamını da “Ya beni Cumhurbaşkanı adayı yaparsınız ya da elimdeki benzini döker burayı yakarım” olarak açıklıyor. Tabii bu tehditlerin gecekondunun yıkılması engelleyemediği gibi Muharrem İnce’ye de Cumhurbaşkanı adaylığı getirmeyeceğini de hemen ekliyor.

Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Büyük Şair M. Akif Ersoy’un bu dizelerini bilmeyen yoktur. Geçmişte de aynı durumlar hep yaşandı. Partiler kendi iç çekişmeleri ile uğraşırken aradan nasıl başkalarının sıyrıldığı hepimizin hafızalarındadır.

Yazımın sonuna doğru sabrım taşmaya başladı. Kibarlığımı da bir yana bırakarak bir seslenişle yazımı bitiriyorum. “Akıllı olun ey siyasiler… Bir seçmen olarak oyum çantanızda keklik değil. Geçti o, “şu kadar yıldır şu partiye oy veriyorum, başımı kesseler ondan başkasına vermem” dangalaklıkları. Seçim günü geldiğinde sağ sol demem, aklıma hangisi yatarsa, en yararlı gördüğüm hangisi ise, ya da en az zararlı hangisi ise onu oyumu veririm. Ha cezası neyse öder, sandığa gitmeme hakkımı da kullanabilirim. Ona göre aklınızı başınıza devşirin hadi eyvallah!”

Tagged: Tags

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *