EĞİTİMDE SİL BAŞTAN

Geçtiğimiz günlerde Sayın Cumhurbaşkanımız İbn Haldun Üniversitesi’nde düzenlenen bir törende şöyle söyledi: “Gerçek iktidarın fikri iktidar olduğunu da iyi biliyoruz. Fikri iktidar yolu zor ve zahmetli bir süreçtir. Şahsen bu konuda kendimi mahzun hissediyorum… Eğitim ve kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum. Aklı hür, fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirilmek üzere çıkılan yolun batı taklitçiliğine dönüşmüş olması en büyük kayıptır.”

Bu cümleleri ilk defa duyan, ya da evveliyatı ile ilgili bilgisi olmayan bir kişi bunları seçimlere hazırlanan bir muhalefet partisi liderinin söylediğini zanneder. Oysa bu yakınma 18 yıldan beri bu ülkeyi tek başına yöneten bir parti liderinden gelince son derece şaşırtıcı oluyor. Nasıl olmasın ki, 18 yıl önce 7 yaşında olan ve ilkokula yeni başlayan biri bugün 25 yaşında ve üniversiteyi bitirmiş bir kişi olarak karşımızda duruyor. Yani neredeyse bir nesil bu iktidarın rahle-i tedrisinden geçti. Öyle olunca da bu konuda söylenen cümleleri başarısızlığın bir itirafı olarak kabul etmek daha doğru bir yaklaşım olur bana göre. Bu gerçeğin geç de olsa farkına varılmasını yine de takdir edilmesi gerekir diye düşünüyorum.

Tabii gelinen noktada yaşanan mahzunluk ve hayal kırıklığının nereden kaynaklandığını bulmak zor, ancak tahminlerde bulunabiliriz, 4+4+4 sisteminin yeterince verimli olmaması mı? Üniversitelerimizin sayısı çok olmasına rağmen dünya üniversiteleri arasında nitelik açısından yer almaması mı? Eğitimin genel kalitesini ölçen PİSA testleri sonuçlarından duyulan memnuniyetsizlik mi? Fen bilimlerindeki yetersiz performanslar mı? Yabancı dil öğretimindeki yetersizlikler mi? Kendi dilini anlama ve kullanmada yeterince yol alınmaması mı? Seçim meydanlarında öğretmenlere vaat edilen 3600 göstergenin esirgenmesinin mahcubiyeti mi gibi tahminlerde bulunurken konuşmanın ilerleyen bölümlerinde: “Topyekün bir eğitim-öğretim reformunu gerektirir. Okul öncesi ve ilkokulda tek ihtiyacımız olan değerlerini iyi bilen, inancına, kültürüne, tarihine, diline sahip çıkan, ailesine ve toplumuna karşı sorumluluklarını özümsemiş insanlar yetiştirmektir. Diğer hususlar için endişe etmemize gerek yoktur.” şeklinde sarf edilen cümlelerden bu durumlar ile ilgili endişe edilmediğini görüyoruz.

Aslına bakarsanız konuşmanın bütününe bakıldığında birçok görüş ve değerlendirmeye katılmamak elde değil. Ama satır aralarına dikkatlice eğildiğinizde, bir de mevcut uygulamalara ve gelinen noktaya baktığınızda ister istemez kafanızda bazı soru işaretleri beliriyor. Sanırım çıkılan yol (Aklı hür, fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmek üzere çıkılan yol) dahi yanlış ve hatalı bulunuyor. Yani “Bu niyetle yola çıkarsanız varacağınız sonuç böyle olur” anlamını çıkarmak da mümkün bu tümcelerden. Öncelikle rotanın değiştirilmesi gerekir bu durumda. Kindar ve dindar nesil yetiştirme gayretlerindeki yetersizlik inşallah daha dindar ve daha kindar nesil yetiştirme gayretlerine evirilmez.

Mevcut iktidarın uzun yıllar girilen her seçimden bir şekilde başarılı çıkmasını kamuoyunun nabzını çok iyi tutması, sık sık anket ve incelemeler yapması ve bunların sonuçlarına göre strateji belirlemesi ile açıklayanlar var. Umarım bunun dışında yapılan anket ve yoklamalardan da haberlidirler. Mesela gençler, özellikle Üniversite gençliği arasında yapılan anketlerde büyük birçoğunun ülkesinden umudunu kestiğini, kurtuluşu bir şekilde kapağı yurtdışına atmakta bulduğunu belirten araştırma sonuçları hepimizin malumudur. Bunların içinde elbette ki her kesimden genç var. Hatta “Aylık 10 bin dolara Suudi Arabistan’da mı, yoksa 5 bin dolara İsviçre’de mi çalışmak istersiniz” sorusuna az ücrete yine pek sevilmeyen batının tercih edilmesi de düşündürücüdür.

Yine ABD’deki George Washington Üniversitesi’nden İranlı iki akademisyenin (Şeherazade Rahman ve Hüseyin Askari) her yıl gerçekleştirdiği “İslam Ülkeleri Ne Kadar İslami” başlıklı araştırma herkes tarafından bilinmektedir. Araştırmada İslam ile ilgili ritüel ve şekli unsurlardan çok Hz. Muhammed’in yaşamı, uygulamaları, sözleri İslami öğretilere bağlılığın referans olarak kabul edilerek ekonomi, hukuk ve yönetişim, insan hakları ve siyasi haklar ve uluslararası ilişkiler açısından tüm ülkeleri değerlendirilerek bu kriterlere ne derece uyulduğu değerlendiriliyor. 153 ülkenin yer aldığı bu incelemede ne yazık ki ilk 40’a giren hiçbir İslam Ülkesi yok. İlk sıralarda Yeni Zelanda, İsveç, Hollanda, İzlanda, İsviçre yer alıyor. Ülkemiz de bu sıralamada kendini 95. sırada yer bulmuş. Bu tür araştırmalara şüphe ile de bakılabilir. Çünkü birçoğu belli algıyı oluşturmak veya değiştirmek amaçlı da olabilir. Fakat gerek bizzat yaptığım gözlemler ve gerekse oralarda uzun yıllar yaşayan yurttaşlarımızın “Adamların bir kelime-i şehadetleri eksik arkadaş o da olsa bunlar cennete herkesten önce gider” şeklindeki nükteli açıklamaları da araştırma da doğruluk payının olabileceğini düşündürüyor.

Ayrıca sağcısı, solcusu, dindarı, ateisti kendi ülkelerindeki yokluktan, savaştan, baskıdan sıkıştıklarında soluğu batıda almanın herhalde başka bir açıklaması olamaz. Demek neymiş, kimliğimizin ilgili bölümünde İslam yazması, ya da istatistiklerde İslam ülkesi arasında sayılmak İslam olmak için yetmiyormuş. Günümüzde İslam ülkesi olarak ismi geçenlerin her birinin başka bir yere savrulduğunu gördükçe hayıflanmamak mümkün mü? İslam ülkelerinin tek birleştiği nokta Türkiye karşıtlığı desem şaşırtıcı olmaz sanırım.

Ayrıca kavram olarak taklitçilik yerinde ve amaca uygun biçimde kullanıldığında çok kötü bir şey de değildir. Dil, bir takım temel alışkanlıklar hep taklit yolu ile öğrenilir. Yeter ki saksağanın durumuna düşmeyelim. Saksağanı herhalde bilirsiniz. Siyah beyaz renkte güzel ama sesi de o derece çirkin bir kuştur. İşte bu kuşun bir zamanlar çok güzel sesi varmış ama o çayırda gördüğü atın görünüşüne ve kişnemesine hayran kalarak onun gibi kişnemeyi öğrenmek için epey uğraşmış. Ama sonuçta at gibi kişneyemediği gibi kendi eski güzel sesinden mahrum kalmış.

Eğitim gibi ciddi konuda çok iyi düşünmek, yetiştireceğimiz nesillerin hem bireysel dünyalarında özgür ve mutlu, hem toplumsal dünyada rekabet edebilir bir donanımda olması gerekir. Dindar nesil yetiştirme ilk bakışta kulağa hoş gelse de bu karmaşık dünyada başarının ve kurtuluşun tek başına çaresi olamaz. Oysa çözüm özgür düşüncede ve özgür bireyler yetiştirmektir. Bu olduğunda zaten birey dindar olup olmayacağına ya da ne kadar dindar olacağına bilinçli olarak ve kendi özgür iradesi ile karar verebilir. Bu ise çok kıymetli bir sonuçtur.

Eğitimde yaşanan yanlışlık ve yetersizlikleri fark ederek reforma ihtiyaç duyulması iyiye işaret ediyor. Ancak bundan sonra takip edilecek rota da çok önemli. Korkarım ki bunun ana hatları kafalarda çoktan belirlenmiş ve talimat haline getirilmeyi beklemektedir. İnşallah bir yanlıştan başka bir yanlışa sürüklenme durumuna gelmeyiz. Sanırım bizim önemli mevkileri işgal eden büyüklerimizde “Ben çok doğru, yetkin, önemli, başarılı bir kişiyim. Bu mertebeye ulaşmamın temelinde imam hatip okulunda yetişmiş olmamın çok büyük katkısı vardır. Eğer bütün okulları imam hatip okulu haline gelirse ve bütün vatandaşlar da burada eğitim görürse bütün ülke bizler gibi mutlu ve başarılı olur.” şeklinde bir düşünce yapısı hâkim olmalı ki bu dönemde İmam hatipler öne çıkarılan eğitim kurumları oldu. Ben şahsen her şeyin doğal akışına bırakılması halinde bazı şeylerin daha güzel olacağı kanaatini taşımaktayım. Geçmişte nasıl ki İmam Hatiplerin ve diğer meslek okullarının üniversiteye girilmesi ile ilgili katsayı gibi zorlama usullerle önünün kesilmesini yanlış buluyorsam bugün de bütün maddi ve manevi desteğin özendirmeler ve hatta bir miktarda mecburiyetlerle İmam hatipleştirme hareketinin pek aklıma yatmadığını söyleyebilirim. (Her türlü lise mezunu öğrencinin üniversite sınavına ya da üniversiteye girmesi şart mı?, Bu da ayrı bir tartışma konusu.) Hatırlarsınız eskiden imam hatiplerle ilgili bu sınırlamalardan meslek liseleri ve Anadolu liseleri budan nasibini almıştır. Ama gelin görün ki İmam hatiplerin önü olabildiğince açılırken diğerlerinin mağduriyeti hiç akla bile gelmedi.

Hiçbir şey için henüz geç sayılmaz. Eğitim ile ilgili gerçekten iyi şeyler yapılmak isteniyorsa aklın ve bilimin öncülüğünde bir çizgiden gidilmesi kaçınılmazdır. Bunun için gerekiyorsa diğer ülkelerin uygulamalarından yararlanmak kadar doğal bir şey olamaz. Bu konuda İskandinav ülkelerinin başarılı uygulamalarını gösteren birçok kaynak okuma fırsatı buldum. Bir yandan “İlim Çin’de bile olsa alınız” gibi bir buyruğa sarılacağız, diğer yandan eğitim bilim ile ilgili dış dünyanın uygulamalarından yararlanmayı taklitçilik diye küçümseyeceğiz. Batının sadece arabasını, uçağını, akıllı telefonunu alacağız ama bunu üreten özgürlük ve yaratıcılık iklimini hiç hatırımıza getirmeyeceğiz. Bu ne yaman bir çelişkidir.

Çok modası geçmiş gibi gelse de hatırlatacağım bir konu daha var ki bu da çok önemli bence. Hem eğitimin yapılandırılmasında hem de diğer toplumsal şekillendirmelerde “Laiklik” olmazsa olmaz bir önceliktir. Öyle herkesin işine geldiği gibi kullandığı, ya da görmezden geldiği biçimde değil bireylerin kendi iç dünyalarında, yetkililerin de yönetim anlayışlarında içselleştirdiği bir laiklik anlayışından söz ediyorum. Bu özgür birey, çağdaş eğitim kadar gerçek anlamda vicdan özgürlüğünün ve dindarlığın oluşması içinde zaruridir.

Bekleyelim. Göreceğiz Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler…

Tagged: Tags

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *