BABAMIN HİKAYESİ/ İSTİKAMET ANA VATAN/ İSTANBUL

Nasıl bir duygudur herhalde sadece yaşayanlar bilir. Yüzyıllarca vatan bellediğiniz havasını soluduğunuz, ekmeğini yediğiniz topraklarda birden yabancı gibi olmak, öz sahibiyken birden eğreti ve misafir hem de istenmeyen misafir durumuna düşmek. Güvendiğiniz bütün kapıların yüzüne kapanması, kırk yıllık kadim dost ve komşularınızın birden bakışlarının değişmesi hasım,düşman haline dönüşmesi ,birinci sınıf insanken yönetiyorken, bütün yetkiler elinizde iken, birden üçüncü sınıf insan ve yönetilmek durumunda kalan insanlar haline gelmek, sokakta, mahkemelerde, karakollarda, itilmek, kakılmak, hep kaybeden tarafta olmak. “Siz artık buralarda en haklı durumlarda bile haksız çıkarsınız en iyisi siz ait olduğunuz yere gidin.  Türkiye diye bir devlet kuruldu. Orada Gazi  diye biri var sizi çağırıyormuş. Rahat etmek istiyorsanız oraya gidin” şeklindeki acı gerçeğin her gün açıkça yüzünüze haykırılması ve nihayetinde de Türk halkının en çok bildiği ve yaptığı göçme işi bizim ailemiz için de kaçınılmaz oluyor.

 

Göç ya da muhacirlik olayı ile ilgili babamlardan dedemlerden birçok hikaye dinledik. Bu konuda yine amcamın notlarından hareket ederek anlatımımı sürdüreceğim.

“1934 yılı sonbaharı tahminen Ekim ayı idi. Babam ve amcam evimizi tarlalarımızı satılacak ne varsa satıp ne kadar ederse altın alarak bunu da Kadriye ninemin belindeki kuşağa sarmışlardı. Biz komşularımızla ve mahalle arkadaşlarımızla sarılarak vedalaştık. Gitmenin mi kalmanın mı zor olduğunun hiç bilinmediği bir durumdu. Kardeşim İsmet ve amca kızı Seyyare Türkiyeye gitme sevinci içinde uçuyorduk.(Silistre vilayeti,Tutrakan kazası Akkadınlar(Dulova) nahiyesi, Kerimler köyü)  Köyden dedeler bölüğü adıyle anılan altı hane olarak sabahın çok erken saatlerinde yola çıktık. At ve öküz arabalarına yüklediğimiz eşyalarımızla birlikte bazen yaya, bazen arabalara binerek, bazen de arabaları iterek Gemiye binceğimiz Köstence Limanına doğru yola çıktık. Köstenceye akşamın geç saatlerinde ulaştık Birkaç köyden gelen diğer göçmen kafileleri ile birlikte 2-3 gün içinde gemiye yerleştik. Hayvanlar,insanlar eşyalar ve arabalarla dolan gemi denize açıldı. Gece yarısı bir fırtına başladı geminin her yanı çatırdamaya başlayınca hiç deniz görmemiş ve gemide fırtına yaşamamış insanların paniği tarifsizdi. Kimisi kuran açmış okuyor, kimi fısıltılarla bildiği duaları okuyor, kimi boş gözlerle öylesine bakıyordu. Kusanlar,hastalananlar bir yanda çığlıklar ve bağırtılar diğer yanda birbirine karışıyordu.Bir yıl gibi uzun süren iki gecelik bir yolculuktan sonra  gemi nihayet İstanbula ulaştı. Sirkeci rıhtımına yanaştığında herkes rahat bir nefes aldı, O gece gemide kaldık. Ertesi günü  insanlar ve hayvanlar gemiden boşaltıldı. Hemen yan taraftaki Eminönü kumsal / plajında herkes eşyasını toplamaya,hayvanını beslemeye başladı. Hayvanlar gemide açlıktan geminin tahta aksamlarını kemirmişti.

Birkaç gün yataklarımız ve eşyalarımızla Sirkeci garında kaldık.Kızılayın verdiği az miktardaki kumanyaya ilaveten beraberimizde getirdiğimiz kuru yufkalardan yapılan gözleme ler hatırladığım beslenme anılarıdır. Birkaç gün Sirkeci Garında kaldıktan sonra tekrar eşyalarımız,hayvanlarımız arabalarımız Tekirdağ ve Çanakkale istikametine gitmek üzere Adnan isimli bir vapura yüklendi. Akşam saatlerinde hareket eden bu vapur da Tekirdağ’a ancak ertesi gün varabildi.”