HONG KONG GÜNLERİ / PARKLAR-BAHÇELER

Tam da “Hong Kong sadece birbirinden yüksek yapılardan mı ibaret? Burada yeşili  ve doğayı uzaklarda mı aramak gerekir?” şeklinde düşünürken işin aslının pek de öyle olmadığını öğrendik ve zamanımız elverdiği ölçüde bu tür güzellikleri de görme fırsatımız oldu.        

Hong Kong’un Diamond Hill bölgesindeki Nan Lian bahçesi (Nan Lian Garden) 3,5 hektarlık bir alanda Tang Hanedanlığı stili tasarlanmış  ve 2006 yılında hizmete açılmış son derece göz alıcı bir  yer. Kayalar, tepeler, ağaçlar, çiçekler, ahşap yapılar son derece uyumlu bir birliktelik arz ediyor. Ayrıca mistik müzik eşliğinde sakin bir ortamda bu güzelliği yaşamak kişinin kendini cennette hissetmesini sağlıyor.         

Gidilmesi ve gezilmesini önereceğimiz bir diğer  bir güzellik de Kowlon Parktır. 1970 li yıllarda hizmete giren bu park gökdelenlerle dolu şehrin içinde insanlara adeta bir vaha güzelliği sunmakta. Her yıl milyonlarca kişinin ziyaret ettiği bu alanda yürüyüş parkurları, çeşitli özellikteki heykeller  de bulunmaktadır. Bu arada Hong Kong  müslümanlarının en büyük ibadet yeri olan Kawloon Camii ile islam merkezinin de bu parkın hemen bitişiğinde olduğunu belirtelim

Hong Kong adasında yer alan Hong Kong Parkı da sakinlik arayanlar için şehrin gürültülü yaşamından uzaklaşıp biraz soluklanacakları muhteşem bir yer. Ücretsiz girilen parka her yıl milyonlarca ziyaretçisi oluyormuş. Park bütünlüğü içinde spor merkezi ve konservatuar da etkinliğini sürdürüyor.  Son derece ilginç tasarımı ile birçok dalda ödül kazanan park bitki, çiçek çeşitliliği ve kuş türlerinin korunması ile ilgili gayretler her türlü takdire değer diye düşünüyorum. Parkı ziyaret sırasında bir çok okul öğrencisi öğretmenleri eşliğinde burada eğitim çalışmalarının bir başka yönünü sergiliyordu.

HONG KONG GÜNLERİ / MACAU ADASI

“Hong Kong’a kadar gelmişken Macau adasını görmeden olmaz” diyen çocuklarımızın rehberlik ve refakatinde bir günümüzü de buraya  ayırdık. Macau adası da tıpkı Hong Kong’un İngiltere ile olan ilişkisine benzer şekilde yıllarca Portekiz egemenliğinde kalmış ve 1999 yılından itibaren de Çin Halk Cumhuriyetine bağlı özerk bir bölge olmuş. Kendine ait parası, bayrağı olan bu ülkeye Çin dahil bütün ülke vatandaşları pasaportla girebiliyor. Hong Kong’tan buraya 10-15 dakikada bir bizim deniz otobüslerine benzer feribotlar çalışıyor ve yolculuk bir saat sürüyor. Bu yolculuk için yapacağınız yolculuğun saatine göre 165- 195 HD (85-90 TL)ödüyorsunuz. Çok daha yüksek ücretle helikopter ile de  ulaşmak mümkün. Buraya Türkiye’nin de içinde bulunduğu birçok ülke vatandaşları vizesiz seyahat edebiliyor.

 

Feribotumuz Macau’ya varıp iskeleye yanaştıktan sonra herkesle birlikte  pasaport kontrolü için sıramız geldiğinde tatsız bir sürprizle karşılaştık. Türk pasaportu taşıdığımızdan olsa gerek görevliler kendi aralarında kendi dillerince fısıldadılar ve sonra bizi herkesin meraklı bakışları arasında başka bir bölüme götürdüler. İçeride pasaportlarımız yarım saate yakın bir süre incelendikten sonra Macau topraklarına girmemize izin verildi. 500.000 nüfuslu, buraya gelmesek varlığından bile haberdar olmayacağımız,  haritada yerini dahi bulamayacağımız, en büyük gelir kaynağı kumar olan bir ülkede düştüğümüz durum doğrusu çok ağırıma gitti. Nuray tepkisini eliyle koluyla göstermeye başlayınca Müge ve Dinçer onu sakinleştirdiler.  Ama görevlilerin son derece kibar ve  saygılı davrandığını belirtmeliyim. Neticede onlar da kendilerine verilen talimatı yerine getiriyordu. Bizi bu duruma düşürenler inşallah bundan ders alır diye düşünerek yolculuğumuza devam ettik. İskeleden şehre  taksi ya da toplu taşıma araçları ile gidilebiliyor. Ayrıca etrafınızı sarıp size ada turu yaptırmak isteyen kişilerin de esiri olabilirsiniz.  Bir de adadaki otellerin tesislerine ücretsiz taşıma hizmetleri var. Biz de bunlardan birine bindik ve araç bizi “The Venetian” oteline getirdi.

Yukarıda da belirttiğim gibi burası Çin’de kumarhanelerin yasal olarak çalıştığı tek bölge  ve o yüzden de adı Asya’nın Las Vegas’ı olarak geçiyor. Otelleri de o yüzden çok konforlu ve pahalı. Bu yüzden de birçok kişi buraya Hong Kong’tan günü birlik geliyor. Bizi getirdikleri otel de Venedik’ten esinlenmiş mimarisi ve  alış veriş alanları ile barınılacak yerin ötesinde son derece ilginç yaşam atmosferi sunuyor ziyaretçilerine. Puslu yağmurlu bir havada girdiğimiz otelin bir bölümünde güneşli bir hava görüntüsü  ile karşılaşılması bir tasarım harikası bana göre. Hafta içi ve öğle saatleri olmasına rağmen otelin neredeyse birkaç dönüm büyüklüğündeki kumar salonunun epey kalabalık olması burası ile ilgili söylenenleri doğrular nitelikteydi.  Otel içindeki mekanların birinde karnımızı doyurduktan sonra bir taksi ile şehir merkezine gittik.

Beyaz taşlarla desenlendirilmiş  şehir meydanı herkesin sanki buluşma noktası oluyor. “Senato” meydanı denilen bu bölgeden hafif yokuş yukarı ilerledikçe  etrafta hediyelik eşya ve yiyecek maddeleri satan çok sayıda  dükkan var. Bizim bildiğimiz pestile benzeyen ama et olduğunu öğrendiğimiz yiyeceklerin ziyaretçiler tarafından çok rağbet gördüğüne tanık olduk. Ama bizim favorimiz çocuklarımızın önceki seyahatlerinden deneyip beğendikleri   bademli kurabiyelerdi. Denemenizi öneririz. Yokuşun sonu bizi 1600 lü yıllarda yapılan ve sadece ön cephe duvarı ayakta kalan St.Paul katedraline kadar götürdü. Oradan da epeyce bir merdiven çıkarak yüksekçe bir yerde olan Macau kalesine ulaştık. Buradan adanın ,şehrin en güzel görüntülerini izlemek mümkün. Kalenin hemen içindeki Macau Müzesini de  vaktiniz olduğunda gezilecek yerler arasına ekleyebilirsiniz.