LONDRA GÜNLERİ / HYDE PARK

Londra’da irili ufaklı bir çok yeşil alan ve park bulunmaktadır. Hyde Park da bunların en büyüğü ve popüler olanıdır. Şehrin batı kısmında yer alan bu park hemen bitişiğindeki Kensington bahçeleri ile birlikte yaklaşık 250 hektar büyüklüğündedir. Hele bunlara aynı doğrultudaki hatta bir kolye gibi uzanan Green Park ve St. James’s Park’ı da eklerseniz devasa bir doğa zenginliği ortaya çıkar. 1600 lü yıllara kadar Kraliyet ailesinin av bölgesi olan bu park bu yıllardan sonra halka açılmıştır. Park içinde sandal gezintisi ve yüzmenin de yapıldığı geniş göller bulunmaktadır. Yine parkın bir bölümünde at biniciliğini yapıldığına tanık olabilirsiniz.

Bu parkın bizlerin de bildiği uluslararası şöhreti insanlara serbest hitabet imkanı tanıması geleneğinden gelmektedir. Kraliçeye hakaret dışında burada herkesin istediği konuşmayı yapmakta özgürlüğünün olduğu söylenmektedir. Yani park dışında konuşulduğunda suç olan şeylerin burada konuşulunca suç olmadığı söyleniyor. Söz konusu yerde böyle birini gördünüz mü ya da siz böyle bir konuşma yaptınız mı derseniz  bizim böyle bir gözlemimiz ve eylemimiz olmadı. Bizi burasının ve diğer parkların en çok ilgimizi çeken yanı doğal yapısı, çiçeklendirilmesi, bakımı, özellikle de ördeğinden martısına, kuğusundan sincabına bu canlıların coğrafya ve ziyaretçilerle büyüleyici bir bütünlük sergilemesi idi. Kaldı ki biz Şubat ayında bu duyguları yaşıyorsak bahar aylarını siz düşünün gayrı…

LONDRA GÜNLERİ / TRAFALGAR MEYDANI VE NATIONAL GALERY

Londra’da geçirdiğimiz günlerden birini de Trafalgar meydanı ve  National Galery (Ulusal Galeri) yi görmeye ayırdık. Toplu ulaşım araçları ile istediğimiz yere ulaşmamız zor olmadı. Trafalgar Meydanı Londra’nın en merkezi, popüler ve en büyük meydanı olarak kabul edilmektedir. Meydanın merkezinde Lord Nelson’un 1805 yılında kazandığı zaferin anısına adına dikilmiş ve üzerinde de heykelinin bulunduğu  52 metrelik sütun bulunmaktadır. Daha sonra da yan kısımlarına dört büyük arslan heykeli eklenmiştir. Meydan öteden beri birçokları için bir buluşma noktası olmuş, çeşitli organizasyonlar ve gösteriler için de tercih edilen yer durumundadır. Geçtiğimiz günlerde  İngilterenin eski başbakanlarından  Margaret Thatcher’ın hayatını kaybetmesinin ardından onun politikalarından zarar görenlerin de bu meydanda onun ölümünü sevinçle kutlamaları gibi bazı garipliklerin de bu meydanda yaşandığını hatırlatmak isterim.

National Galery (Ulusal Galeri) de Trafalgar Meydanı ile yan yana hatta  bitişik durumdadır. 1800 li yılların başında inşa edilmiş bu yapıdaki eserlerin resim ağırlıklı olduğu ve 13. yüzyıldan başlayarak dört ana kategoride sergilendiği belirtilmektedir. Boticelli’den Michelangelo’ya, Rembrandt’tan Van Gogh’a bir çok ünlü ressamın 2000 den fazla resim çalışması galeride 66 salonda sergilenmektedir. Galeri içinde fotoğraf çekiminin yasak olması nedeni ile o kısım ile ilgili olarak yazımıza resim ekleyememiş olmamız umarım anlayışla karşılanır.

LONDRA GÜNLERİ / ULAŞIM

Londra’da ulaşım daha çok toplu taşıma araçları ile gerçekleştirilmektedir. Toplu taşıma deyince de ilk akla gelen metrodur. 150 yıllık geçmişi olan Londra metrosu her biri ayrı renkler ile ifade edilen, birbiri ile bağlantılı 12 hat halinde ve yer altına döşenmiş yaklaşık 400 kilometrelik yeraltı ağı ile dünyanın ünlü metro sistemlerindendir. Geçmişinin çok eskiye dayanması nedeni ile vagonların bizdekilere göre daha dar olması, ayrıca istasyonların bazılarında yürüyen merdiven, asansör olmaması bu taşımacılığın dezavantajı olarak görülebilir. Biz metro ve diğer toplu taşıma seyahatlerımızı Oyster kart denen ülkemizde olduğu gibi içine yeterince para yüklenen kartlar ile yaptık. Metroda gideceğiniz mesafeye göre 2.20 ile 5,50 paunt ödeniyor. Metro hattının birbiri ile bağlantılı çalışma sistemi öğrenildiğinde şehrin her yanına  bu araçla ulaşılabiliyor.

Şehir merkezinde metrodan sonra ve belki bazı hatlarda ondan daha çok tercih edilen meşhur kırmızı iki katlı otobüsleridir. Bu otobüslerde gidecekleri hatlara göre numaralandırılmıştır. Zaten duraklarda da hangi otobüsün hangi hatta gideceğine ilişkin çok açık kroki ve şemalar bulunmaktadır. Bu otobüslere genelde ön kapıdan binerek kartınızı okutup, aynı katta ya da üst kata çıkıp  daha geniş bir seyir keyfi yaşayabilir, ineceğiniz durağa gelince en yakın düğmeye basıp bindiğiniz kapının hemen yanındaki orta kapıdan otobüsü terkedebilirsiniz. Otobüsle metroya göre çok daha az ücret ödeniyor. Kartınızdan her yer için sanırım 1.45 paunt çekiliyor.

Şehirler arası ulaşımda Uçak dışında tercih edilen seçenekleri tren ve otobüsler olarak sıralayabiliriz. Türkiye’de tren ulaşımı daha ucuz ve daha yavaş olarak bilinir. İngiltere de ise tam tersi olduğu söyleniyor. Yani burada tren çok daha pahalı ve hızlı. Yolculuklarımızda treni kullanmadığımız için daha ayrıntılı bilgi veremiyorum. Ama Bournemouth’a kadar otobüs yolculuğu yaptığımız için bu konudaki gözlemlerimi aktarabilirim. Öncelikle otobüslerde numara, bayan yanı, pencere kenarı gibi durumların olmadığını söylemeliyim. Otobüsün kalkışına 15 dakika kala şoför ön kapının yanından yolcuların biletlerini,internet çıktılarını, telefon mesajlarını elindeki liste ile kontrol ederek içeri alıyor. Şayet varsa valizlerini bagajlarını da alt kısma koyuyor. Yolcular da boş buldukları yere oturuyorlar. Saati gelince de otobüs sadece ve sadece  şoförden ibaret olan tek kişilik dev kadrosu ile hareket ediyor. Bizde olduğu gibi muavin falan da yok. Otobüste içme suyunu dahi herkes yanında taşıyor. Otobüste ne genel ne de bizde olduğu gibi koltukların arkasında televizyon ya da müzik aleti yok. Yani otobüste sadece yolculuk yapılıyor. Yolculuk nihayete erince yolcular bindikleri kapıdan aracı terk ediyor. Bindikleri kapıdan diyorum çünkü orta kapı ya da arka kapı da yok. Ücretler de gideceğin yere, aldığın zamana ve tarifeye göre değiştiğinden bu konuda bir şey söylemek istemiyorum.

Bu bölüm biraz uzadı ama yine de Londranın taksilerinden söz etmesek olmaz diye düşünüyorum. Londra şehir merkezinde tipi ve yapısı itibarı ile özel bir görünüşü olan çoğunluğu siyah renkli  taksiler hizmet vermekte. Biraz eski model Wolsvogenleri andırıyor. Bazılarında marka olarak TAXİ yazısını okudum ama doğru mudur yanlış mıdır bilemem. Ön sağda oturan şoför ile arkada 4-5 müşterinin karşılıklı oturabileceği kısım bir cam bölme ile ayrılmış.Bagaj kısmı ya hiç yok ya da yok denecek kadar küçük. Bu taksiler burada olduğu gibi taksimetre ile çalışıyor. Bunların dışında bir de minicab dedikleri telefonla çağrılan taksi türleri var. Bunlarda yine bir merkeze bağlı ve legal olarak çalışıyorlar. Hava alanına gidiş gelişte biz bunları kullandık. Diğer taksilere göre biraz daha ucuz oluyorlar. Tabi bunların aradan, sokaktan yolcu alması yasak.

LONDRA GÜNLERİ / ST PAUL’S CATHEDRAL VE TATE MODERN

Londradaki günlerimizin birini de St. Paul’s Cathedrali  ve onun hemen yanındaki Tate Modern Müzesini gezmeye ayırdık. Elimizdeki şehir haritasından ve caddelere sık sık konmuş olan krokilerden yararlanarak önce St. Paul’s Cathedralini bulduk. 17. yüzyılda inşa edildiği belirtilen bu katedral Londra piskoposluğunun  merkezi sayılmaktadır. İngiliz kraliyet ailesi ile ilgili bir çok törenin burada yapıldığı belirtilmektedir. Galler Prensi Charles Philip ve Prenses Diana’nın düğün törenlerinin de burada yapıldığı söylenmektedir. Görkemli mimari yapısı ile gerçekten muhteşem bir eser görünümünde olan bu katedrali ibadet amaçlı gelmeyenler ücret ödeyerek ziyaret etmektedir. Biz katedral ziyaretimizi sonuçlandırdıktan sonra yönümüzü haritamız rehberliğinde Thames Nehrine doğru çevirdik. Nehir üzerinde sadece yayalara ait olan Milenyum köprüsünden geçtikten sonra Tate Modern’ i karşımızda buluverdik.

Tate Modern başkent Londra’ da yer alan ulusal ve uluslararası modern sanat eserlerinin sergilendiği bir müze olarak kabul ediliyor. Çeşitli salonların birbirinden farklı ve değişik eserin sergilendiği müzede bazı sanatçıların eserleri ücretli olarak ziyaret edilmektedir. Daha önce ziyaret ettiğimiz Nasyonal Galerideki eserler beni çok daha fazla etkiledi. Modern sanatı anlayabilmemiz yada alışabilmemiz için epey zamana ihtiyacımız var galiba. Tate Modern binasının 1940 lı yıllarda elektrik sanrali olarak inşa edildiği, ancak 1981 yılında kapatılarak müze olarak tasarlanıp buna göre düzenlemeler yapıldıktan sonra 2000 yılında köprüsü ile birlikte hizmete açıldığı belirtilmektedir.

LONDRA GÜNLERİ / İNGİLTERE SAHİLLERİ (Bournemouth)

Londra’ya kadar gelmişken buraya yakın  bir yerleşim yeri olan Bournemouth kasabasında altı aylığına dil eğitimi için gelmiş olan kayınbiraderimin oğlu Salih yeğenimizi de ziyaret etmek istedik. Oraya ulaşmak için şehirler arası yolculuk yapmamız gerektiğini, bunun için de bu otobüslerin kalktığı Victoria Coach Station denilen otogarına gitmemiz gerektiği bilgisini aldık. Otobüslerin hatları ve harita okuma konusunda becerimiz epey ilerlediğinden söz konusu yere ulaşmamız  zor olmadı. Tabi ben otogar deyince en az bizim Bayrampaşa gibi devasa bir yapı beklerken  sokak arasında 15-20 peronlu bir yer görünce  doğrusu hayal kırıklığı yaşadım. Öyle rengarenk otobüs şirketlerinin tabelaları falan da yoktu. Taşımayı da zaten topu topu iki şirket yapıyordu. Yolcular da genellikle biletlerini internet üzerinden aldıklarından tüm otobüslerin biletlerini kesmekle görevli 3-4 görevliye çoğu zaman iş bile kalmıyordu. Neyse biz saati gelince otobüse bindik ve iki saatlik bir yolculuktan sonra Bournemouth’a ulaştık. Kentin otogarında da  Salih’i bizi bekler bulduk.

Bournemouth İngilterenin güney kıyısında bir sahil kasabası. Manş denizin karşılarında hava açık olduğu zaman Fransa topraklarını bile görmek mümkün oluyordu. Bakımı, temizliği ve yeşil alanları ile gerçekten güzel bir şehir. Normal Nüfusu 200.000 olmasına rağmen yazları bunun bir milyona ulaştığı söyleniyor. Orada bulunduğumuz Şubat ayında bile denizde sörf yapanlara rastladık. Yeğenimiz Salih bu kasabada geçirdiğimiz bir kaç saat içinde görülebilecek yerleri gösterdi. Kenti yeterince gözlemledikten sonra da birlikte  o bölgeye özgü bir balığın yine kendine özgü pişirilişi ile lezzetlenmiş öğle yemeğimizi deniz kıyısındaki bir restoranda yedik. Dönme saatimiz gelince de Salih bizi almış olduğu yerden otobüse bindirerek Londraya yolcu etti.

LONDRA GÜNLERİ / GREENWICH

İlkokul, ortaokul yıllarından bu yana meridyenlerin başlangıç noktası olarak kabul edilen Greniç beynimize adeta çivi ile kazınmış olduğunu söyleyebilirim. Bu sihirli kelimenin çıkış noktası olan yerin Londra’da olduğunu söyleyince oğlum, bir gidip görelim dedik. Metro ve tren aktarmalı olarak adı geçen yere bir saate yakın bir sürede ulaştık.. Greenwich kasabası Thames nehri kıyısında yer alıyor. Her yönü ile bir denizci   kasabası özelliği taşıyor. Buradaki deniz müzesi görülecek yerler arasında sayılabilir. Biz de bir kaç saatimizi ücretsiz olarak gezilen bu müzeye ayırdık.

İngilterenin deniz kültürü ve geçmişi ile ilgili bir çok nesne, maket ve çizimin bulunduğu mekanda biraz da adrenalin yüklenmek istiyorsanız bizim yaptığımız gibi simülasyon ortamında bir bot gezisi de yapabilirsiniz. Burasını önemli kılan oldukça büyük bir yeşil alan olan Greenwich parkının yukarı kısmındaki sıfır meridyenin bulunduğu kraliyet rasathanesinin bulunmasıdır. Bu rasathanenin 1675 yılında İngiltere kralı II. Charles tarafından kurulduğu belirtilmektedir. Rasathane bahçesinde ve uzantısı olarak dış kısmında sıfır meridyenini simgeleyen çizgiyi görmek ve orada resim çekmek üzere her gün yüzlerce turist burayı ziyaret etmektedir.