KIBRIS GÜNLERİ / YOLCULUK VE İLK GECE

Hayatım boyunca alışılmışın ya da rutinin dışına çıkılması beni hep germiştir. Ne iş yaparsa yapsın bir kişinin günlerce,haftalarca tekrar ettiği tekdüze davranışları olur. Sabah kalmak, kahvaltı yapmak, duruma göre okuluna işine gitmek, gerekli yerlere gerekli ödemeleri yapmak, mesai sonrası evine dönmek, televizyon izlemek, vakti saati gelince de yatıp uyumak gibi. Ama uzayıp giden ömür çizgisi içinde bunların dışında düğün, bayram, bilinen ya da o an ortaya çıkan özel günler, güzellikleri ile birlikte bazı belirsizlikleri de içinde barındırdığından tedirginliğin ilk tohumlarını da içinde bulundurur.. Bu günlerin insanların hayatına renk ve anlam kattığını, yaşamın tekdüzeliğini renklendirdiğini kesinlikle kabul etmekteyim. Ben daha çok bu yaşam dilimlerinde yapılması gerekli şeylerin gerekliliğini kabul etmekle birlikte, karara bağlanması, organize edilmesi ve tercihler yapılması durumlarında biraz zorlanmaktayım galiba. Ama hazırlanmış organizasyonlara iştirak etmekte de bir sakınca görmem.

Yaşayacağımız özel bir günün renklendirilmesi ile ilgili kafamda bir şeyleri şekillendirmeye çalışırken çocuklarımızın bizim için hazırladıkları sürpriz organizasyonu öğrenince kafamdaki bu konudaki bütün düşünceleri resetleyerek bu organizasyonun parçası olmaya karar verdik. Çocuklarımız bizim için üç günlük bir Kıbrıs gezisi düzenlemekle kalmamış, yolculuğun başlangıcından itibaren atılacak her adımı gösteren  -ki bu daha çok Dinçer’in stilidir- bir yol haritasını hazırlamayı da ihmal etmemişler. Biz de bu yol haritasına uyarak İstanbul’dan bir saatten biraz fazla bir süre içinde Kıbrıs Ercan hava alanına ulaştık. Hava alanı çıkışında elinde  bir A4 kağıdında ismimizin bulunduğu otel görevlisi ile buluşmamız da zor olmadı. Yarım saatlik bir yolculuktan sonra Girne’de kalacağımız otele varmış olduk.

Otelin resepsiyonundaki görevlinin bizimle ingilizce iletişime geçmek istemesi, lobide bulunan diğer otel müşterilerinin tamamının yine yabancı olması biz de biraz şaşkınlık yarattı ama neyse ki bizim türk olduğumuzu anlayan görevli bize 2215 nolu odasının rezerve edildiğini ve odamıza çıkabileceğimizi söyledi. Saat 14.00 olarak bildirilen oda giriş saatinden önce geldiğimiz için odanın henüz hazır olmadığı sürprizi ile karşılaştık. Bunun üzerine bavullarımızı odaya bırakıp şehir içinde gezintiye çıktık. Dönüşte hem yemek saati yaklaşmış hem de odamız hazır olmuştu.Odamızda biraz dinlendikten sonra yemeğe indik.

Yemekte otel müşterilerin  yüzde doksan beşinin yabancılardan oluştuğunu gördük. Bu mevsimde bile otelin  neredeyse ful dolu olmasına daha bir  şaşırdık. Piyano eşliğinde açık büfeden alınan nefis yemeklerini yemekte olan kalabalığa karıştık. Yemek sırasında biz gömlekli kazaklı otururken diğer müşterilerin tişort ve askılı bluzla oturmaları Nuray ile ikimizi şaşırtan bir başka görüntü oldu. “Nereden düştük buraya, elin gavurunun içinde ne işimiz var, biz buraya ait değiliz galiba” şeklindeki düşünce zinciri yemeğimizin ilerleyen saatlerinde “ İyi ki gelmiş ve bu güzellikleri görmüşüz, bütün bunlar bizim de hakkımız.  Çocuklar çok iyi iş yapmış” biçimine evrilmeye başladı. Hele ingilizce olarak sipariş almak isteyen garsona “Hoş bulduk hemşehrim” diye hitap edince onların yüzündeki ışımayı tarif edemem.  Ayaküstü yaptığımız muhabbetlerde kiminin Adıyaman’lı, kiminin Urfalı olduğunu öğreniyoruz. Memleketleri ile ortak anılarımız hatırlanıyor hemen. Onların varlığı bizim için,bizim varlığımız da onlar için sevimli kılmaya başlıyor mekanı.

Bu arada piyanist kızın ayrıldığını ve başka bir sanatçının sahne aldığına tanık oluyoruz. Onun icra ettiği müzik ile bizim için anlamlı olan günün/gecenin dansını yapıyoruz. Çocuklarımızın yol haritasını çok iyi yaptığını  garsonların elinde bir pasta ile masamıza (bir yandan da hapy bırthday cümlesini tekrarlayarak) gelmelerinden anlıyoruz.Yazının başından beri meraklandığınız özel günü sevgili eşimin Nurayın 18 Kasıma rastlayan doğum günü olduğunu bu arada ifşa etmiş olalım. Alkışlar arasında tutulan dilekler, üflenen doğum günü pastası, kesilen ilk dilimden sonrakilerin etrafa dağıtılması, onların kendi dillerince teşekkürü bizlerin tebessümü ile seramoni sona eriyor.

Şangay’a gittiğimizde çocuklarımız bizi yemek yemek üzere ilginç bir mekana götürmüşlerdi. Yemekten çok hatırımızda kalan mekanda garson olarak görev yapan 17-18 yaşlarında genç kızların önceden ayarlanmış bir işaretle hemen ortaya çıkıp bir dans gösterisi yapmaları idi. Duruma göre müşteriler de bu gösterinin bir parçası oluyordu. Burada da bir ara garsonların  icra edilen müziğe göre horon çektiklerini ya da biz zeybek havası oynadıklarını görünce Şangay’daki durumun bir başka versiyonumu acaba diye düşündüm.

Vakti gelince iyi bir gece geçirmiş olmanın mutluluğu ile odamıza yöneldik. Bu arada otelin Casinosu yok mu diyenleri de merakta bırakmayalım. Bir iki kez girdik. Bana göre yaşı ilerlemiş insanların doldurduğu gelişmiş bir atari salonuna benziyordu. Ayrıca burada sigara içmek serbest olmalı ki fazla dayanamayıp dışarı çıktık