FETHİYE / ÜÇ ÖZEL VE GÜZEL GÜN (1)

Altınoluktan 20.30 da kalkan otobüsümüz öngörülenden bir saat önce yani saat 05.30 sularında Fethiye’ye vardı. Bu saatte ortalık henüz aydınlanmadığı ve de minibüsler dahi çalışmadığı için birkaç yolcu ile bizi getiren şirket olan “Kamil Koç” yazıhanesinde bir saat kadar oyalandık. Önceleri adı Meğri olan bu kente ilk Türk hava şehidi Fethi beyin 1914 yılında şehit olmasın anısına Fethiye adının verildiğini daha sonra öğrenecektik. Ortalık aydınlanıp,insanlar hareketlenmeye başlayınca bize tarif edilen minibüsle şehre 5-6 kilometre uzaklıktaki öğretmen evine ulaştığımızda saatler sabahın sekizini gösteriyordu.

Ben öğretmenevlerinin şartlarını ve çalışma ortamlarını yakından bildiğimden doğrusunu söylemek gerekirse bu kurumlarla ilgili beklentilerimi çok yüksek tutmam. Ama yine de böylesi sahil kentlerinde ve deniz kıyısındaki öğretmenevlerinin çıtayı biraz yüksek tutması gerektiğine de inanırım. Bu tespit ışığında sözgelimi Alanya ya da Datça öğretmenevleri beğendiklerim arasındadır. Fethiye öğretmenevine de böyle bir perspektiften baktığımda doğrusunu söylemek gerekirse burasını biraz yorgun bulduk. Veya yağmurlu ve puslu bir günün sabahında biz yorgun zamanına rastladık. Tabi bu bize sözle ifade edilmemiş olsa da bahçeye gelişigüzel terk edilmiş eski eşyalar arasındaki buz dolabı, yüzme havuzunun mahzun durumu, çalışmayan post cihazı, kaldığımız odanın banyosundaki kırık askı bize bu mesajı veriyordu. Geçen yıl aynı günlerde Alanya öğretmenevine gittiğimizde “ Alanya’ya gelmekte niye bu kadar geciktiniz? Buraya gelmekle ne kadar iyi ettiniz” mesajını alırken burada sanki “ Bu havada gelecek başka yer bulamadınız mı ? Otursanıza oturduğunuz yerde” mesajı veriliyordu.  Bu algılamaların ışığında yerleştiğimiz odamızda biraz uyuyarak dinlendik.

Biraz dinlendikten sonra yağmurun biraz yavaşlamasını fırsat bilerek şehir içi gezimize Fethiye’nin müzesinden başladık. Müze gerçekten kelimenin tam anlamı ile butik müze diyebileceğimiz bir özellikteydi bize göre. Müzenin oluşturulma çalışmalarının 1962 yılında başladığı, yapılan arkeolojik çalışmalar ve edinilen eserler çoğalınca 1987 yılında mevcut binanın inşa edildiğini, 2010 yılında da bu günkü görünümüne kavuştuğu belirtilen müzedeki eserler iç kısımdaki iki salon ile bahçede sergilenmektedir. Müzede sikkeler, pişmiş toprak cam ve bronz  eserler ile çeşitli devirlere ait heykellerin yanında bahçe bloğunda  Likya kültürüne ait eserler ve lahit mezarların görülebileceğini hatırlatmak isteriz.

Şehrin yerleştiği yamaçta hemen hemen 10-15 dakikalık yürüme mesafesindeki görkemli yapılar halinde karşınıza çıkan kaya mezarları da görülmesi gereken yapılar arasında sayılabilir. M.Ö 4. yüzyıla kadar geçmişi olan bu mezarlar ile kale kalıntılarını da görmeden Fethiye’den ayrılmamanızı tavsiye edebiliriz. Ayrıca Roma dönemine ait olduğu belirtilen  Telmessos amfi tiyatrosunu da kent içindeki gezinize bir çerez olarak ilave edebilirsiniz.

Bu arada Fethiye’de gezinirken bizi hem hayrete düşüren hem de kaygılandıran bir durumdan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Öğretmenevinde  aşçı kadrosunun olmasına rağmen kahvaltı dışında yemek çıkmaması üzerine bu ihtiyacımızı yakınlardaki mekanlardan gidermek zorunda kaldık. Özellikle sahil güzergahındaki alışveriş ve eğlence merkezlerinde Türkçenin adeta tedavülden kalktığını  hayret ve şaşkınlıkla gözlemledik. Önceleri süpermarket, cafe, restaurant, gibi sözcüklerin kaynağını tartışmalı bulurken bu manzara karşısında gözlerimiz boş yere menülerde çorba, kuru, pilav ,İskender sözcüklerini arayıp durdu. Uzun bir aramadan sonra biraz daha iç kesimlerde tabelasında çorba, balık sözcüklerini bulduğumuz bir yerde yemeğimizi yedik.