HU AİLESİ İSTANBULDA

Mr.Hu ve ailesini Şangay’da yaşayan büyük oğlum Dinçerin söylediklerinden, yazdıklarından ve gönderdiği resimlerden tanıyorduk sadece. Daha sonra 29 Ocak-5 Şubat tarihlerinde İstanbul’a geleceklerini yine oğlumdan öğrendik. O hafta Hollanda’da çalışan oğlumuzun da gelmesini fırsat bilerek ayrıca yine Dinçer’in iletişim katkılarından yararlanarak Mr Hu ailesi ile bir akşam yemeğinde buluşmayı kararlaştırdık. Gençer, Hu ailesinin Türkiye’ye geldiği gün onlara İstanbul’un çeşitli yerleri ile mezun olduğu Boğaziçi Üniversitesi’ni gezdirdi. Akşam yemeğini değerli dostlarımız Salih Bey ve Filiz Hanım’ın katılımı ve yardımları ile İstanbul Üniversitesi’nin İstinye’deki tesislerinde yedik.

Yemek mekanına ayrı yerlerden geleceğimiz için saat konusunda uzlaşsak da pratikte bu mümkün olmadı. Biz 19.30 da tesislere geldiğimizde onlar yaklaşık yarım saatten beri bizi bekliyor durumdaydı. Her ne kadar Dinçer daha önce  kendilerinden bahsederek giyabi olarak tanışmamızı sağlamış olsa da benim içimde her belirsizlik durumunda yaşadığım merak ve kaygı arası bir duygu vardı. Acaba nasıl birileri idi, anlaşabilecek miydik, ortam onları ne kadar mutlu edecekti? gibi sorular zihnimde sıralanıyordu.

Karşıdan Gençer’i ve yanında oturan misafirlerimizi görünce bize ayrılan masayı yöneldik. Dil bilen arkadaşlarımız kendilerini tanıttı. Biz de Gençer yardımı ile tanıştırıldık. Hani bazı şeyleri anlatırken somut olarak açıklanmasa da bugünün tabiri ile “Çok iyi elektrik aldım” ama biz eskilerin lügatında “Kanım ısınıverdi.” ile özetlenen iç yaşayışların gerçekleşiverdiğini hissettik. Bir an sanki yeni tanışan değil de yıllardır birlikte yaşadığımız yanımızda ve yakınımızda olan insanlardı sanki hepsi.

10 yaşlarında biri kız diğeri erkek Yoland ve Kaiser adlarında ikiz çocukları vardı Hu ailesinin. Son derece doğal ve bir o kadar da iyi eğitim almış olduklarını bir bakışta anlamak mümkündü çocuklarının. Yemekte yaklaşık üç saat süren  beraberliğimiz sırasında masadaki 5-6 yetişkinin belki de kendilerini ilgilendirmeyen sohbetine bazen iştirak ettiler bazen de tahammül gösterdiler. Bayan Hu da son derece samimi ve mütevazi tavırları ile beraberliğimize ayrı bir renk katıyordu.

Yaşından çok genç ama daha olgun bir görüntüye sahip olan M. Hu ise başlı başına bir okuldu. Yaşam biçimi ve ilkeleri ile kendi tarzını oluşturuyordu. Hayata, dünyaya, insanlara bakış açısındaki gerçekçilik ve derinlikten çok etkilendiğimizi söyleyebilirim. Birçok konuda, birçok insanlarda rastlayabildiğimiz önyargıları aşarak tarihsel, sosyal ve ekonomik olaylara son derece rasyonel pencereden bakabiliyor, kendini belli kalıplarla sınırlamadan, ayrıca kendi özgün değerlendirmesini  samimi olarak dile getirebiliyordu. Gençer vasıtası ile aklımıza gelen her şeyi sorduk. (Tabi bir yabancı dil bilmemenin eksikliğini ve ezikliğini yaşadığımı iç sesimle itiraf ettiğimi de hemen belirtmeliyim.) Kısacası Mr.Hu’yu beraberliklere anlam ve kalite katan insanlar grubuna dahil ettiğimizi söyleyebiliriz.

Akşam eve döndükten sonra “Onlara hiç soru sorma fırsatı vermedik, bütün soruları biz sorduk acaba bunaltmış olmayalım misafirleri” diyerek hem kaygılandık hem de özeleştiri yaptık. Bir dahaki sefer Şanghay’da buluşmak üzere vedalaştık. İnsanların başka iklimler ve başka coğrafyalarda yaşıyor olması veya başka dilleri konuşuyor olması dostlukların kurulmasına engel olmayacağını da öğretmiş oldu o gece bizlere.

HU FAMILY IN ISTANBUL [coming soon]

BİZİM TATİLLERİMİZ / Son Durak Altınoluk

Kısa süreliğine tatil geçirmek üzere gittiğimiz hemen tüm yöreleri sevmiş ve yaşanabilir bulmuşumdur. Altınoluk’a bir yıl on günlüğüne pansiyonda tatil geçirmemiz ardından aynı düşüncelere burada da  kapıldım. Burada minicik bir evim yine minicik balkonu olsa hem tatillerimi hem emekliliğimi geçirim diye hep aklımdan geçmiştir.Emekliliğime bir yıl kala da bununla ilgili arayışlara girdik.Bir şubat ayında 3-5 gün izin alarak Altınoluk öğretmenevinde bu işe odaklanmak üzere konuşlandık.Önce emlakçılara uğradık.Girmek kolay da kopmak ve kurtulmak çok zor ellerinden.Neredeyse sizi gün boyu esir ediyorlar.

Gösterilen evlerden eski olanları bizim hoşumuza gitmiyor,yeni olanlara da güç yetmiyor. Döneceğimizden bir gün önce yine tanıdık ama esir etme gibi bir niyet ve yeteneği olmayan emlakçı vasıtası ile Kamil Okumuş adlı müteahhit’e ait bir ev gördük 70-80 bin gibi bir fiyat söyledi.Biz düşünelim yarın size bilgi veririz diyerek ayrıldık. Bizim fiat aralığımız 50-55 binlira cıvarıdaydı.O gece düşündük mümkün olmayacağına karar verdik.Ertesi sabah İstanbula dönecektik. Emlakçıya bilgi vermek gerekir mi diye kararsız kaldık.zaten gelmeyince vazgeçtiğimiz anlaşılacaktı.Ama yine de sözümüzde durmak adına kapıdan bir görelim dedik.Gittiğimizde emlakçıda müteahhit de bizi bekliyordu.Biz bütçemizi aştığı için işin olmayacağını söyleyerek tam ayrılıyorduk ki müteahhit ben bir inşaata daha başlıyorum isterseniz oradan vereyim size dedi.Biz de bir bakalım dedik. Bizi Altınoluktan küçükkuyuya doğru 3-4 kilometre ilerde henüz temel için çukurunu açtığı arsaya götürdü.Ortada sadece bir çukur vardı. Projeden daireleri gösterdi.Yan tarafta başkası tarafından yapılmış benzer daireleri gezdik.Nedense aklımız yattı. 55 bin liraya pazarlığı bitirdik.Emlakçının orada bir senet yaptık, bankadan çektiğim yaklaşık onbinlirayı ona verdik kalanın büyük bir kısmını Mayısta tapuyu alınca az bir kısmını da inşaat bitince ödenecek şekilde yazıya döktük ve Altınoluktan ayrıldık.

altınoluk1

İstanbula dönünce bizi bir düşüncedir aldı.Elimizde bir kağıt parçasından başka bir şey yoktu.Ya adam vazgeçerse,kaybolursa mahkemelerle uğraş dur işin yoksa.Ta mayıs ayında çocuklarım Dinçer ve Gençerin de katkıları ile diğer büyük  ödemeyi yapıp tapuyu alıncaya kadar bu tedirginliğimiz devam etti. Mayısta tapuyu alınca biraz rahatladık.İnşaatın kabası bitmişti ve elimizde daha geçerli bir belge vardı.Geri kalan kısmını taahhüdünden 2-3 ay önce bitirdi ve Mart 2007 den itibaren 47 metrekarelik dairemize kavuşmuş olduk

Anahtarı aldıktan sonra elimize bir şerit metre alıp hangi büyüklükte hangi eşya gerekli ise onları temin etmeye başladık. Her bir eşyayı veya aygıtı yerine koydukça evimiz güzelleşiyor biz de sonsuz keyif duyuyorduk.Büyüklüğü 47 metrekare olmasına rağmae 140 metrekarenin rahatlığı ve ferahlığını yaşadığımızı söyleyebiliriz evimiz için…

BİZİM TATİLLERİMİZ / Her Şey Dahil – Didim Okaliptüs Otel

Öteden beri çok duyduğumuz ama hiç yaşama fırsatı bulamadığımız “Her şey dahil” uygulamasını da merakımızı gidermek için denemek istedik.Daha önce orada kalıp memnuniyetini ifade eden Gülay öğretmenin de tavsiyesi fiyatının da çok uygun olduğu düşüncesi ile Didim’de Okaliptüs otelde rezervasyonumuzu yaptırdık. Didim tur’un otobüsleri ile belirtilen yere geldik.Uygulama gereği kolumuza oranın müşterisi olduğumuzu gösteren yeşil plastik tasmalar bilekliklerimize takıldı. Üniversiteden hatta beklide liseden itibaren çocuklarımız bizden ayrı program yaptıklar için biz buırada Nurayla ikimiz kaldık. İlk kez geldiğimiz Didimi tanıdığımız gibi her şey dahil kavramının insanları ne hale getirdiğini görme fırsatı bulduk.Habire yeme habire içme gayretindeki isanları  ve doldurulmuş ama birtirilememiş yemek tabakları görünce eğitim şart demeden edemiyor insan.

Her şey dahili de denediğimize göre artık daha yerleşik düzen arayışına girmemiz gerektiğini düşünmeye başladık.

BİZİM TATİLLERİMİZ / Dinlenme Tesisleri ve Pansiyonlar

Bir yazımızıda Gökçeada’da bulunan Milli Eğitim Kampında geçirdik. Tesislerin ilk açıldığı yıl olduğu için birtakım eksikleri de olsa  geçmişte yaşadığımız sıkıntıları hatırlayınca burasını çok iyi bulduğumuzu söyleyebiliriz.Limanın 25-30 kilometre kadar tam tersi istikametinde olan tesislerdeki ilk gecemizde kendimizi biraz mahsur kalmış hissederek biraz ürperdik ama sonra alıştık.

Keşandaki, Danişment İl Özel idaresine ait tesislerde de birkaç dönem tatil yapma imkanımız oldu. Saroz körfezinin temiz ve serin sularını belkide ilk kez orada tanıma fırsatı bulmuştuk.

Milli Eğitim Bakanlığının Datça Kampında Akdeniz ve Ege denizin kesiştiği noktanın doğal güzelliği ile tarihsel buluşması bizi gerçekten büyüledi. Kamp gerçekten  güzeldi. Tamamen bu amaçla dizayn edildiği için  orada  günlerimiz gayet güzel geçti. Denize uzaklığı bir kilometre kadar olduğunu görunce önceleri biraz haya lkırıklığı yaşadık ama daha sonra  yörenin çeşitli koylarına, büklerine yaptığımız motor gezilerinden sonra burasının görmeden gitmenin kayıp olacağı duygusunu  yaşadık.

Bodrumu da çok duymuş ama hiç gitmemiştik. Eşimim çalıştığı Ar_El Lisesinde görevli Ali bey’in organizatörlüğünde Bodrumun Gündoğan köyünde on günlük bir tatil yapma şansını da yakaladık. Gündoğan’da cennet motelde yapılan rezervasyon yeterli olmayınca bizim için hemen yakındaki Villa Lale pansiyon uygun görüldü. Orası çok daha sevimli ve egzotik bir yerdi. Kaldığımız süre için çok rahat ettik.



Yine eşimin Özel Arel Lisesinde çalıştığı yıllarda  Emlakbank’ın Çeşmedeki dinlenme tesislerinde kaldığımız  günlerde son derece unutulmazdı.Ortamı unutulmaz yapan şey sadece mekan değil birlikte olmaktan keyif aldığımız değerli dostlarımızdı kuşkusuz.

Her yıl başka coğrafyaları ve mekanları tanıma amacına dayalı tatil anlayışımızın daha sonra nasıl bir şekil alacağını doğrusu biz de çok  çok merak ediyorduk.

BİZİM TATİLLERİMİZ / Okul Kampları

Evlendikten sonra eşimle ve daha sonra da çocuklarımızla yıllık izinlerimizin bir kısmını ailelerimizin yanında geçirirken on günlük kadar diğer kısmını da en yakın sahillerden başlamak üzere  deniz kıyısına ayırmaya başlamıştık.Bana bu alışkanlığı ve cesaretide sevgili Nurayın verdiğini itiraf etmek isterim. O yıllarda sahil kenarındaki İlkokullar yaz tatilinde öğretmenlere onar günlük süreler halinde tahsis edilebiliyordu. Bize ayrılan zaman diliminde gerektiğinde yatağımızı, çarşafımızı, tavamızı, tenceremizi,piknik tüpümüzü alıp okulda bize gösterilen dersliğe yerleşiyorduk. Bir köşede sıraların üstüne serilmiş yatağımız,diğer köşede de yine sıraların üzerine özenle yerleştirilmiş mutfak levazımatı yani tarih şeritleri ve mevsim şeritleri ile süslenmiş bir alaturka amerikan mutfak görüntüsü

Okul ve derslik yerleşimi esasına dayanan  okul kampı tatillerine sanıyorum Tekirdağda Kumbağ ve Barbaros köyü İlkokullarında başladık. Tekirdağa 8-10 kilometre uzaklıkta bulunan bu köylerde birkaç dönem tatil yapma fırsatı bulduk. Daha sonra çocuklarım bu uygulamalar için peşmergeler gibi tatil yapıyorduk diye yakınsalarda o günlerde gayet mutlu olduklarından eminim

 

İstanbulda görev yaparken de Silivri Selimpaşa Ortaokulu ile Burgaz ada İlkokulunda birkaç kez konakladık.Selimpaşadaki okulun bahçesi oyun alanları çocuklar için çok uygundu. Burgazada da denize hem okulun yakınından hem de biraz uzak da olsa kalpazankaya denen yerden giriliyordu. Adanın trafikten arındırılmış yapısı ayrı bir güzellik katıyordu güzel coğrafyasına

Balıkesir’in Erdek İlçesindeki okullarda da sanıyorum iki dönen kaldık. Burada yatak temin edilmesi ve yemek verilmesi gibi uygulamalar olduğu için çok daha lüks görünmüştü gözümüze. Küçük oğlum Gençer’in “Denemi zap zap”la başlayıp “denemi zap zap”la biten  bestesi o günlerden hafızamıza kazınmış olup hala ritmini ve sıcaklığını korumaktadır. Çok iyi hatırlıyorum Merkez İlköğretim okulunda kaldığımız dersliğn zemini ahşaptı. Bir gün derslikteyken bir farenin hızla zeminden kayarak tam ortadaki budak deliğinden kaybolduğunu gördük. Biraz sonda baktım ki bizim çocuklar benim permatik bıçağınının altına bir dilim de peynir koyarak farenin kaçtığı deliğin başına koymuşlar. Güya fare peyniri yemek isterken tıraş bıçağı onu kesecek mantığına dayanan bir tuzak. Niyet olarak doğru ama işe yaramadı tabi.

Okul kampları artık demode gelmeye başladı. İnsan bir süre sonra daha iyinin ve daha güzelin arayışı içine giriyor. Artık kendi evimizde oturnaya başladık taksitlerimiz ve ödemelerimiz de azaldığı için daha kaliteli seçeneklere yönelme hakkını kendimizde görmeye ve ayrıca birazda ülkenin gitmediğimiz görmediğimiz yerlerine gitme seçeneklerini değerlendirmemiz gerektiğini düşünmeye başladık.

BENİM TATİLLERİM

Şöyle bir geriye dönüp baktığımda bana en anlamsız,en karmaşık ve en  içi boş gelen kavramlardan birisi tatil kavramıdır. Özellikle öğrencilik yıllarımızda yaz başlangıcında okulları kapanması ile sonbaharda tekrar açılana kadar geçen zamanın adı idi tatil bana göre. Bu geniş zaman dilimini içine ailece yapmakta olduğumuz tohum ekmek,tarla çapalamak, orak biçmek,harman yapmak,saman taşımak,saz biçmek,ayçiçeği ve mısır tarlalarında yapılması gereken işleri yapmak, inek otlatmak ve  alınmış olan 2-3 kuzuyu gütmek gibi faaliyetler giriyordu. Şayet bunların dışında da zaman kalırsa bostan tarlasını beklemek her durumda kullanılacak joker türünden işlerdendi.

Bu bakımdan sonbaharda okullar açıldığında bizim için en azından bedenen dinlenme günleri başlıyordu.Okul döneminde de en çok zorlandığım soruları başında öğretmenlerin “Tatilinizi nasıl geçirdiniz? Veya daha sonraları”Yeni yılınız nasıl geçirdiniz?” biçimindeki soruları idi. Bunları cevaplamak yerine başta matematik olmak üzere diğer derslerin sınav sorularına muhatap olmayı tercih ederdim doğrusu. Ama sonraları bende sağdan soldan “Denize gittik, piknik yaptık,meyve ve kuru yemiş yedik,tombala oynadık gibi cevapları duymaya başlayınca demek bunların yapılması gerekiyormuş diyerek mahcup ve masum yalanlarımın arasına bunları da eklemek zorunda kaldım.

O günlerden kalma bir bağlantımıdır bilmiyorum sonraları deniz ve tatil arasında bir eşleştirme ve ilişki zinciri kafamda yerleşmiş oldu. Denizi ilk kez sanıyorum en fazla 4-5 yaşlarındayken Gelibolu Koruköyde Hacı dedemlerin yanına gittiğimde gördüğümü hayal meyal hatırlıyorum. Daha sonra diğer dedem bizi sanıyorum 11-12 yaşlarındayken bir kez Tekirdağ’a denize götürmüştü..O gün komşumuz Mübaşir Şevki amcanın üzüm bağından bu gün hala kokusu ve lezzeti belleğimde yer etmeiş üzümlerden yediğimizi hatırlıyorum. Dedem dahil hepimiz beyaz iç donlarımızla bu engin ve tuzlu maviliğin içinde yuvarlandık akşama kadar.

İlçemiz Tekirdağa veya sahile 20-25 kilometre kadar yakın olmasına rağmen bu tarihten sonra uzun yıllar denizle pek yakın olamadım. 1966 yılında öğretmen okulunu doğrudan geçtiğimiz için bizi yaz çalışmasına çağırmışlardı.  Bu süre içinde sanıyorum 10-15 günlük selimpaşada bir yaz kampına gitmemiz programlanmıştı. Şayet gidebilseydim belki de denizle ilk ciddi buluşmam olacaktı.

Hayatta hep rutinin dışına çıkılması,.belirsizlikler,bilinmezlikler,yaşanmamışlıklar, denenmemişlikler hep beni ürkütmüştür. İleriki yıllarda  eşim Nuray beni bu konularda biraz daha cesaretlendirecektir. Selimpaşa işi de beni bu yönü ile sevindirmekten çok kaygılandırmıştı. Nereye gidecektik,nerede kalacaktık ne tür kıyafetler gerekecekti,son derece sınırlı olan param yetecekmiydi sorularına cevap aradı zihnim bir süre.Ayrıca o sıralarda Babam Almanyadaydı ve evdeki yukarıda belirtilen işler dedem ninem ve anneme kalmıştı. Butun bu duyguların etkisi ile Selimpaşaya gitmek yerine memleketime gitmek için müdürden izin istedim.O da birkaç soru sorduktan sonra izin verdi. Ve ben tekrar eski tatil anlayışımın bir tekrarını yapmak üzere Muratlı’ya döndüm.

Daha sonra Eğitim Enstiüsündeki öğrencilik yıllarında İstanbulun sedef adası,sudiye ve Kumburgaz sahillerinde denizle buluşmak fırsatını buldum.